“Anne yarın arkadaşlarla sinemaya gidebilir miyiz?”
“Nasıl yani, kim kim?”
“Ben, Ömer, Raşit ve birkaç kişi...”
“Yani kaç kişi?”
“Bilmiyorum, gelenlerle gideceğiz işte, kaç kişiyse kaç kişi bu o kadar önemli mi?”
Yok, aslında o kadar önemli değildi. Ama “Hayır, gidemezsin” demek için o an o dakika bir bahane yaratamadığımdan topu taça attım. Ya şimdi nereden çıktı bu sinema işi.
Oğlum sen daha kaç yaşındasın? Daha düne kadar tuvalete yalnız girmeye korkuyordun. Seni küvete sokup hamam tasıyla vura vura yıkayamayalı şunun şurasında ne kadar oldu? Kolunun altında dört tane tüy çıktı diye sana adam muamelesi mi yapmam lazım? Hiç hayatından tek başına ya da arkadaşlarınla otobüse bindin mi? Binmedin. İzin vermedim ki... Şimdi de izin vermeyeceğim tabi. Ama alıştıra alıştıra söylemek lazım. Öyle “hayır, gidemezsin’ demek çok paldır küldür olur, kalbini falan kırar.
“Peki, nereye gideceksiniz?”
“Astorya’ya”
“Hangi filme?”
“1453”
“Bunu düşüneceğim.”
“Anne arkadaşlarım yarın gidiyor. Sen ne kadar düşüneceksin?”
“Bilmem yarın sabaha kadar düşüneceğim.”
“Düşünme! Hemen ‘tamam’ de.”
“Bir şartla eğer iki kişiden fazla bir grup iseniz gidebilirsin.”
“Yaşşa”
“Nasıl yani çok musunuz?”
“Anne dedim ya kalabalığız.”
“Bi şey daha var”
“Anne ya izin verdin artık, ne yani bi şey daha bi şey daha... Ben seni biliyorum o bi şeylerin hiç bitmiyor”
“Tek bi şey, diyecektim. Kesinlikle cep telefonun yanında olsun ve açık olsun, seni aradığım zaman ne olursa olsun o telefonu duy ve aç.”
“Bu çok şey oldu ama olsun, tamam”
“Na’ptım ben ya? İki saniyede nakavt oldum. Hani izin vermeyecektim. Nasıl yani Önder’in sınıfındaki tüm anneler çocuklarının yalnız başına bir yerlere gitmelerine izin veriyorlar mı? Yani bunlar grup olarak da gitseler yalnız sayılırlar. Sonuçta yanında bir yetişkin olmayacak. Bunlar nasıl anneler? Ben nasıl anneyim, az önce 12 yaşındaki oğluma sinemaya yalnız gidebileceğini söyledim.
Beni bir karın ağrısı aldı. Şimdi bunlar okuldan çıkıp Astorya’ya yürüyerek gidecekler... Bütün gece düşünüp durdum. Önder’e de bir şey söyleyemiyorum.
ARABA FANTEZİLERİM
Ya yolda denyonun biri kırmızıda geçer de arabayı çocukların üzerine sürerse... Ya çocuklar lafa dalıp ışığa bakmadan karşıya geçerken araba ezerse... Ya bunlar sakin sakin kaldırımda yürürken freni patlayan bir otobüs kaldırıma çıkarsa... Allah’ım ben ne yaptım?
SAPIK FANTEZİLERİM
Ya yalnız başına Astorya’nın tuvaletine girerse de bir sapık ona şeyini gösterirse... Ya sinemada birileri çocukların sağını solun ellemeye kalkarsa... Ya otobüste giderken tacize uğrarlarsa... İnsanın aklına daha da kötü şeyler geliyor ama düşünmeye bile korkuyor. Allah’ım hepimizin çocuklarını koru. Tırstım valla.
TİNERCİ FANTEZİLERİM
Bir keresinde parkta yürürken komşunun 20 yaşındaki oğlunu para vermediği için bıçaklamaya çalışmışlardı. Neyse ki ceketi deriydi de ancak ceketi delebilmişti. Bir kere de tinercinin birir otobüse binmişti. Otobüste bağırıp çağırıp insanları tehdit etmişti. Otobüsün şoförü indirene kadar akla karayı seçmişti. Allah muhafaza ya Önder orada olsaydı ödü kopardı maazallah. Şimdi ya başına böyle bir şey gelirse.
OTOBÜS VE ISSIZ YOL FANTAZİLERİM
Ya otobüste bir hırsız elindeki telefonu görür ve Önder’i de dişine göre bulup onu izlerse... Önder otobüsten indikten sonra onu takip edip eve doğru yürürken üzerine atlarsa... Şimdi Önder’de telefonu vermemek için az mücadele eder. Diklenir falan da zorbaya... Adamı sinirlendirir alimallah. Önder meydan okudukça adam gaza gelir, cebindeki çakıyı çıkarır saplar bir tarafına...
Her yanımı ter bastı. İçimdeki kaygısız anne ile pimpirikli anne kapışmaya başladı. İkisi de birbirini suçluyor:
“Senin yüzünden çocuk tırsak büyüyor”
“Yok ya senin yüzünden çocuğun başına bir şey gelecek”
Öylece akşamı ettim ve baş ağrısı ile yatağa uzandım. Sabah nasıl oldu bilmiyorum. Evden çıkarken defalarca cep telefonunun açık olması ve mutlaka çalan her telefonun sesini duyup cevap vermesi konusunda tembihledim.
Okulun çıkış saati olan 15:30’a kadar her şey yolundaydı. Ofiste günlük aktivitelerimi yaptım, toplantılarıma girdim, iki lak lak ettim, yetişecek işlerimin hepsini tamamladım. Benim için öylesine sıradan bir gün anlayacağınız.
Beklenen saat gelip çattığında ise Pamuk Prenses’in maskesi düştü. Önder’in sinemaya gitmesine izin verdiğim için beni ufak ufak didiklediği halde yüz vermediğim pişmanlık duygusu tüm haşmetiyle saldırıya geçti: “Hadi ara onu, ara, bakalım ne yapıyormuş”
***
Tuşlara bastım ve Önder’in açmasını beklemeye başladım. Dııırrt, dııırrt, dııırrt, dııırrt. “Açmıyor işte, açmıyor, duymuyor, yoksa başına bir şey mi geldi. Ah, keşke izin vermeseydim”
“Efendim anne”
“Aaa Önder”
“Evet”
“Duydun telefonu”
“E duy dedin ya”
“Bir ohh çektim. İyi bir şey yoktu.”
“Evet, iyi iyi. Her çaldırdığımda telefonu aç olur mu?”
“Anne ikide bir telefon açıp durayım deme sakın. Zaten dedemi de hafiyelik yapsın diye göndermişsin.”
“Ne deden senle mi?”
“Şimdi değil, az önce gitmesini söyledim”
“Valla ben göndermedim. Gideceğinden haberim yoktu”
“Yaa sen onu külahıma anlat”
“Önder, valla haberim yoktu. Niye gelmiş ki?”
“Bana numara yapma anne. Şimdi kapatıyorum.”
“Tamam, tamam ama çaldırınca aç olur mu?”
“Anneee sık sık arama beni, karizmamı çiziyorsun”
Telefonu kapadım ve rahatladım. Aklım da dedede. Niye gitmiş bir sorayım diye onu da aradım.
“Baba nerdesin?”
“Hiç Cevahir’deyim.”
“Ne işin var Cevahir’de.”
“E bunlar toplanıp Cevahir’e gelmişler. Ben de okulun servisinden öğrendim.”
“Hani Astorya’ya gideceklerdi.”
“Son anda Önder’in fikri ile yeri değiştirmişler. Oraya geleceğimi düşünmüş.”
“E yanlış da düşünmemiş, niye gittin ki şimdi, seni ben gönderdim sanıyor”
“E kızım telefonun çalınca bak demedin mi ona”
“Eee dedim”
“Telefonunu evde unutmuş. Onu getirdim, çantasını da aldım.”
“Vay köfte... Bari oralarda dur da çıkışta birlikte dönün”
“Tamam ama istemedi beni o nedenle uzaktan takip edeceğim.”
“Ya takip etme istersen şimdi görür mörür iyice sarar ikimize de”
“Görünmemeye çalışacağım”
“Kaç kişiler peki”
“Beş... iki kız, üç erkek gelmişler”
“Aa kızlar da var. Peki nasıl dönecekler evlerine”
“Bilmem”
“Hepsinin anneleri izin verdiğine göre çocukların nasıl döneceğini de düşünmüşlerdir herhalde...”
Telefonu kapadım ve bende bir sorun olup olmadığını düşünmeye başladım. İnsanlar ne kadar rahat göndermişler çocukları. Benim burada totom 3,5 atıyor. Dedenin de iş üstünde olduğun öğrendiğimden içim rahat işe devam ettim.
***
Saat 19:00’a kadar her şey yolundaydı. Bunlar 16:00 gibi sinemaya girdilerse film, 18:00 gibi biterdi. Önder herhalde eve varmak üzere olmalıydı.
Aradım: “Aradığınız numaraya şu an ulaşılmıyor, sekreter servisine yönlendireceksiniz, yapacağınız görüşme sizin tarifeniz üzerinden ücretlendirilecektir.”
Nası yani? Hayır, telefonun her çaldığında açılıyor olması gerekirdi. Neyse dedeyi bi arayayım.
“Baba, Önder seninle birlikte mi?”
“Hayır, daha çıkmadılar”
“Nasıl olur? 15:30-16:00 gibi girdilerse şimdiye çıkmış olmaları gerekirdi.”
“Şimdi sen neredesin?”
“Cevahirin önünde.”
“Baba niye önünde bekliyorsun içeride bir yerlerde beklesene”
“Şimdi içeride beni görür dedim”
“Bence gir bi içeri sor bakalım matine bitmiş mi?”
“Şimdi kapıyı tutuyorum, ya ben içerideyken dışarı çıkarsa”
“Ben de bilemedim ama çok da merak ediyorum”
“Tamam bir bakıcam”
En az 20 kere arka arkaya Önder’in telefonundan aynı mesajı dinledim. Her seferinde panik biraz daha arttı. Bir pişmanlık bir pişmanlık nasıl izin verdim bu çocuğa.
Verdim veriştirdim kendime: “Allah seni nasıl yapıyorsa yapsın emi. Allah seni kızgın demirlerle dağlasın. Etlerini didik didik etsin. Dişlerini kerpetenle çeksin. Ağzını şöyle çuvaldızla diksin. Nasıl dedin de izin verdin. Bu çocuk daha küçük. Öyle tek başına bir yerlere gidecek yaşta değil. Hep senin yüzünden. Çocuk korkar olur diye korkuyorsun ama unutma korkağın anası ağlamazmış...”
Kayınpeder aradı.
“Merak etme bu film 3 saat falan sürüyormuş.”
“Ama telefonu cevap vermiyor”
“E sinema salonundaysa kapamıştır tabii”
“Ama ben ona kapama de... neyse boş ver”
Bir 20 kere daha aradım. Açan yok.
“Ya başına bir şey geldiyse... Adamın biri ağzını sıkıca tutup sürükleyerek götürdüyse... Ya yalnız başına tuvalete gitmeye kalktıysa... Aklına da gelmez ki bir arkadaşına birlikte gidelim demek... Ya sabır Allahım”
Saat 20:00’ye yaklaştı. Nihayet telefondan çalma sesi geliyor.
“Öndeeeeer nerdesin?”
“Anne sakin ol tuvaletteyim”
“Napiyorsun orda?”
“Yani bun açıklamak zorunda mıyım?”
“Tamam ama nerdesin?”
“Anne bu bir önceki soruydu sonrakine geç”
“Yani demek istediğim seni arıyorum arıyorum ulaşamıyorum”
“E ulaşamazsın tabii... insanlar sinemada telefonlarını kapatıyor kimseyi rahatsız etmemek için...”
“Bana bak, bilmiş bilmiş konuşma açık tut o telefonu... sinemadayken bile...”
“Anneee”
“Bitti mi bari film”
“Hayır, aradayız”
“Nasıl yani, ne arası bu, saat sekiz”
“Bu hayli uzun bir film ve biz dört buçuk seansına girdik, gezdik biraz öncesinde...”
“Hııı, daha var yani, peki nasıl döneceksiniz, bi taksiye bineriz sen merak etme”
“Bak deden Cevahirin önünde bekliyormuş, onu bul”
“Sizden de bu beklenir, dedeme söyle gitsin”
“Bu saatten sonra nasıl döneceksiniz”
“Döneriz biz...”
Ardından telefonu kapadı. Film bitip Önder eve gelene kadar böyle ben, Önder, kayınpeder telefon trafiği sürdü. Dede uzaktan takipte. Önder ve dört arkadaşı sinemadan çıkmışlar, gayet güzel iki kızı taksiye bindirmişler, çocuklardan biri de onlarla gitmiş. Bizimki ve evi bize yakın olan diğer arkadaşı ile birlikte otobüs durağına doğru yürümüşler. Keyifleri de sıhhatleri de yerindeymiş. İki yetişkin gibi duraklarında da inmişler. Dede arkalarından takip etmiş. Bir sorun yokmuş yani.
Bu günün ardından ben Funda Çamözü oğlumun artık bir çocuk değil bir yetişkin olduğuna karar verdim. Tabi beni yanıltmazsa...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder