30 Nisan 2012 Pazartesi

Bana dayak yiyip gelme!

Önder’i büyütürken hep arkadaşlarına vurmaması gerektiğini öğütledim, onlar Önder’e vursalar dahi. Bir ara öyle bir duruma geldi ki, çocuk her gün arkadaşlarından dayak yiyip gelmeye başladı eve. Ben Önder’e uzlaşmacı ve barışçı olmasını öğütleyedurayım arkadaşlarının attığı tokatlar yanlarına kar kaldı. Çünkü Önder tembihliydi; hiçbirine vurmadı.

Ancak ben böyle tembihledikçe, kızacağım endişesi ile yediği dayaklara karşı koymamış ve savunmasız hale gelmişti. Çocuklar zaafları çabuk fark edip üstüne gidiyor. Önder’in de bu konuda zaafını keşfeden arkadaşları bu durumu daha kışkırtıcı bulup, oğlanı bir güzel dövüyorlardı.

Sonra bir gün bana sitem etti
Arkadaşından biri babası ile konuşurken şahit olmuş; arkadaşı babasına bir başka arkadaşını vurdu diye şikayet ediyormuş. Babası ise şikayet etmemesini, eğer bir daha dayak yiyip gelirse, bir de kendisinin onu döveceğini söylemiş.

Bana de “artık bana vuran olursa ben de ona vuracağım” dedi. O zaman “ kavgayı başlatan sen olma bari” dedim. O konuşmamızdan sonra ne birinin ona, ne de kendisinin birine vurduğundan bahsetti. O zaman dek yediği tokatlar, tekmeler Önder’e kaldı.

Önder’in anlattıkları karşısında o babaya çok sinirlenmiştim. Nasıl bir baba çocukla kavga konusunda böyle teşvik edici konuşabilirdi. Adam barışçıl bir çözüm bulacağına “dayak yersen, bir de ben döverim” diyordu. Meğer tüm anne-babalar aşağı yukarı aynı şeyleri farklı şekillerde söylüyormuş. Sonradan keşfettim. Hayal dünyasında yaşayan benmişim.

Şimdi bunları neden anlattığıma gelecek olursak
Geçen gün Volkan yanıma geldi. 1. sınıfa gidiyor. Sınıfın toplu olarak çektirdiği bir resmi bana getirdi ve “Funda Teyze seni sınıf arkadaşlarımla tanıştırmış mıydım?” dedi.

“Hayır, tanışmayı çok isterim” dedim.

Başladı parmağı ile işaret edip arkadaşlarının adını söylemeye... Söylerken de adını söylediği arkadaşının en belirgin özelliğine ilişkin kısa bir not düşüyor. “Bu bilmem kim, beni dövüyor, bu Ahmet o da beni dövüyor, bu şu bana bir kez vurdu, bu Hasan bu bana tokat attı, bu Mehmet o da benim gibi çok dayak yiyor...”

Tanıştırması bittiğinde fark ettim ki Volkan ile arkadaşlarının arasında en güçlü iletişim dayaktı, çünkü çocuğun merkezine oturmuştu ve sınıfın çoğundan dayak yiyordu. Sadece bir iki tanesi ile oyun oyadığı, eşyasını paylaştığı, birlikte tenefüse çıktığı gibi anılarını paylaşmıştı. Gerisi ile ilişkisi dayak üzerineydi.

Ona “Volkan, farkında mısın, tüm sınıf arkadaşlarının seni dövdüğünden bahsettin, neden sana vurmalarına izin veriyorsun?” dedim.
“Ne yapayım?” dedi.
Senin yerinde olsam kendimi savunmak için onlara karşılık verirdim” dedim.
Açık konuşmam için uyarırcasına "Ne yapardır?" dedi.
Biraz utanarak söyleyeyim; "Ben de bana vuran kişiye vururdum" dedim.
“Ama ben onlara vurduğumda öğretmen görüyor, bu sefer öğretmen ders boyuncu tek ayak üzerinde tahtaya bakma cezası veriyor” dedi.
“Peki, sana vurduklarında öğretmen görmüyor mu?”
“Hayır, görmüyor”
“Hiç mi görmüyor?”
“Bazen görüyor, bazen görmüyor”

Arkadaşımı içeriden çağırdım. “Oğlun tüm sınıftan dayak yiyor ve öğretmenden ceza almamak için de bunu dile getirmiyor, sen bu durumu biliyor musun?” dedim.

“Biliyorum, yapacak bir şey yok, büyüyünce düzelir” dedi. Şaştım kaldım. Ben olsam çoktan öğretmenin kapısını aşındırmıştım bu konuyu çözmesi için... 

Oğlanı aldım karşıma, “Bak Volkan” dedim, “tekrar söylüyorum ben senin yerinde olsam tek ayak üzerinde durmak bahasına bana vuran çocuğa karşılık verirdim”

Ne dese beğenirsiniz; “Ama çok sıkılıyorum tek ayak üzerinde...”

Volkan kararını vermişti.
“Dayağımı yerim, tek ayak üzerinde yine durmam!” diyorsun dedim.

O çözümünü bulmuştu. İnşallah öğretmeni durumu çabuk fark eder. Yoksa daha çok dayak yiyeceğe benzer bu çocuk!

28 Nisan 2012 Cumartesi

Sosyal Paylaşım Sitelerine Olan İlgi Artıyor haberi 28 Nisan 2012 Cumartesi haberleri

26 Nisan 2012 Perşembe

Açelya Akkoyun: Havyar yemek için kızımı bırakmam


Annelerin ve anne adaylarının yaşam rehberi Yeni Anne, Mayıs sayısında sevilen oyuncu Açelya Akkoyun ve minik kızı Alya’yı kapağına taşıyor. Ünlü oyuncu röportajında, evliliğini, anneliği, oyunculuğu ve Studio Açelya Akkoyun’u anlatıyor. Samimi itiraflarıyla dikkat çeken Akkoyun, “Çocuğumu sevgiye en ihtiyacı olduğu 0-3 yaş arasında yalnız bırakmadım. Hayat standardımı yüksek tutacağım, havyar yiyeceğim diye bebeğimden ayrı kalamam” diye konuşuyor.


Hamileliği planlama aşamasından çocuk bakımına kadar her konuda zengin bir içerik sunan Yeni Anne, Mayıs’ta yine dopdolu bir içerikle okurlarını bekliyor. 




Yeni Anne’nin Mayıs sayısında kapak röportajını yaptığı isim Açelya Akkoyun. Minik kızı Alya ile objektiflere poz veren Akkoyun, annelik deneyimini Yeni Anne okurları ile paylaşıyor. Sevilen oyuncu, hamilelik sürecini, doğumu, doğum sonrası depresyonu, hamilelik kilolarından nasıl kurtulduğunu dergi okurlarına anlatıyor. Alya’nın doğumundan sonra işlerini de ona göre planladığını anlatan Akkoyun, “Belirli bir hayat standardım var. Onu yükseltmek için; mesela araba alacak durumum varken, ‘en son modelini alacağım’ diye, çocuğumu bırakmam. Havyar yemek için, setlere gidip 3, 5, 8 ay boyunca bebeğimi bırakamam, kusura bakmasınlar” diye konuşuyor. Bir yıldır sertifikalı nefes koçu olduğunu söyleyen Akkoyun, drama ve nefes egzersizi dersleri verdiği Studio Açelya Akkoyun’u açma sürecini de aktarıyor.


Özlem Yıldız Serter’den Esra Erol’a Anneler Günü mesajları
Mayıs sayısında Anneler Günü’nü de kutlayan dergi, ünlü annelere kendi anneliklerini ve annelerini hatırlatıyor. Özlem Yıldız Serter, Esra Erol, Pınar Aylin ve Yeliz Yeşilmen, Anneler Günü’nde aldıkları ve verdikleri ilk hediyeleri, o gün nasıl hissettiklerini Yeni Anne’ye anlatıyor.
Yeni Anne’nin Mayıs sayısının dosya konusunda mevsim geçişlerinin bebekleri nasıl etkilediği konusu ele alınıyor. Dergide ayrıca çocuklara spor yaptıracak oyuncaklar, çocuklarda ayakkabı seçiminin önemi, bebeklerde diş çıkarma serüveni konuları ele alınıyor. 


Hamilelikte sağlıklı nefes almak için yapılması gerekenler, doğum kontrolü için başlatılan Kontrol Noktası projesi, adet döneminde yeme krizi ve beslenme, annelik rolü üstlenmek, cinsel isteği arttırma yöntemleri, boşanma sürecini çocuklara anlatmak konuları ele alınıyor.


Derginin röportaj yaptığı isimlerden Olcay Bingöl GDO konusunu, Nur Ölçer yenidoğan fotoğrafçılığını, Op. Dr. Cem Erdurak burun estetiğini, Pelin Akil’in oyunculuk deneyimini, Cevdet Usta da çevre ve doğa dostu biberonları anlatıyor. Dergide ayrıca moda, güzellik ve bakım ürünleri, ev dekorasyonu, çocuk modası ve astroloji sayfaları yer alıyor.


Dopdolu içeriğinin yanında Yeni Anne dergisinde iki ek birden yer alıyor. Okul Seçimi ve Çocukla Tatil ekleri ücretsiz olarak Yeni Anne dergisi Mayıs sayısıyla hediye ediliyor.


Sanatçı kaprisi mi, yazı işleri şefliğine soyunmak mı?

Esin’de bir kapris, bir kapris sormayın. Neymiş efendim 23 Nisan mutfak etkinliğini yazmışım ama bir tane bile folklor ve dans kıyafetleri ile çekilmiş resmini haberin içine koymamışım. Ünlü olmanın kaprisi midir, -zira tüm arkadaşları ile ulaşabildiği tüm sosyal medyada paylaştı- yoksa yazı işleri şefliğine mi soyundu anlayamadım.

Bana sürekli o günkü programımı anlatmışsın, neden törenimin resimlerine de yer vermedin diyor. Valla pes, Esin bu ince detayları yakalayabildiğine göre, geleceğin cevval bir gazetecisi yetişiyor diyebilirim.

Benimle mutfak etkinliğine gittiğinden beri büyüyünce öğretmen de olmak istiyor, gazeteci de... Eskiden sadece öğretmen olmak istediğini söylerdi. Öğretmenine biraz aşık da... Esengül Hanım deyince akan sular duruyor. Bu vesile ile ben de öğretmenini çocukları etkinliklere bu kadar güzel hazırladığı için tebrik ederim.

Esin’i de susturmak için tören resimlerini de koyuyorum bloguma...

25 Nisan 2012 Çarşamba

Kızımla eğlendik

Evet, bir oğlum var ama üç tane de kızım... Emine, Selin, Esin... En küçüğü kan kırmızısı derler ya, Esin de o hesap... Hem sabahtan akşama kadar yeriz birbirimizi hem de birbirimiz olmadan yapamayız. Tutturdu “23 Nisan’da törenime gel” diye. Esin’in sınıfı törende hem dans edecek hem de folklor oynayacak. Aylardır figürlerdi, kıyafetlerdi hazırlanıyorlar.

Önder’le başka bir işimiz olduğundan gidemedim ama bol bol fotoğraf çektirmesini söyledim. Biliyorum tekrar tekrar anlatacak ve o hale gelecek ki bir saniyeyi bile kaçırmadan oradaymışım gibi kafamda tüm töreni canlandırabileceğim. Nitekim öyle oldu. Sınıf o kadar güzel oynamış ki müdür onları yılsonu Beşiktaş meydanında düzenlenecek etkinliklerde oynatacağına dair söz vermiş ve hazırlanmalarını istemiş. O sevinçle törenden sonra yanıma geldi. Başladık öğleden sonra programımız için hazırlanmaya.

Tüm gün Esin çok yoğundu. Annesiyle törene katıldıktan sonra onu aldığım gibi İglo’nun çocuklar içini düzenlediği mutfak etkinliğine götürdüm. Mutfakta biz yemek yaparken “şunu ben doğrayayım mı, bunu ben ayıklayayım mı” diye öylesine çok başımızın etini yer ki, sonunda onu mutfaktan kovmak zorunda kalırız.

Bu kez durum farklı oldu. Baş aşçım Esin’di ve onun elleriyle mıncıklaya mıncıklaya yaptığı balık burgeri afiyetle yedim. Salata yaparken de ayrı bir olaydı. Bir kimya deneyi yapıyormuş gibi en küçük gramını dahi hesaplayarak sosları, baharatları döktü. Arada bir küçük müdahalelerimi de tıpkı bizim ona yaptığımız gibi başından savmayı ihmal etmedi.

İglo’nun yemek danışmanı Tijen Aktay’la da bu konuyu konuştuk. Bu kadar güzel yemek yapabilmesinin sırrının 7 yaşından beri mutfakta olması olduğundan bahsetti. Kekleri yaksa da, yemeklerin tadını tuzunu kaçırsa da, ortalığı savaş alanına çevirse de annesi mutfaktan savuşturmamış onu. Aksine yine yemek yapması için yüreklendirmiş. O da zevk alarak yaptığı bu işi bir meslek haline getirmiş sonunda. Bana da Esin için aynı şeyi öğütledi. “Madem yemek yapmaktan bu denli keyif alıyor, bırakın döke saça yapsın yemekleri” dedi. Tijen Hanım’a “tamam” desem de evdeki durumlar ne olur bilmem. Zira Esin mutfağa girince kantarın topuzunu kaçıranlardan...

Yemeklerimizi güzelce yedikten sonra sertifikamızı alıp eve döndük. Önce Önder, ardından Esin bende enerji falan bırakmadı. Pestilim çıkmış bir vaziyette attım kendimi koltuğa... Ama Esin için sanki gün yeni başlamış gibiydi. Üzerindekileri çıkardığı gibi yenileri giyip fırladı sokağa. Akşama kadar, ipiydi, topuydu, suyuydu, sandviçiydi isteği hiç bitmedi. Günün sonunda ben onu seyretmekten yoruldum, o hoplayıp zıplamaktan yorulmadı.

Dolu dolu bir 23 Nisan oldu. Şimdi tıpkı bana törenini anlattığı gibi her gördüğü kişiye de yaptığı yemekleri anlatır şu birkaç gün...

Bu arada Esin ikide bir sıkıştırıyor beni Funda Teyze blogunda ne zaman yazacaksın. Hürriyet Aile’de ablalar bizim etkinliğimize yer verecek mi, diye. Fotoğrafları nerede çıkacak onları merak ediyor, arkadaşları ile paylaşacak ya...