14 Mart 2012 Çarşamba

O mahur beste çalar, Sevda’yla ben çalışırız


Sevda’yla ayaküstü yaptığımız konuşmaların yarısından çoğu böyle. Söz konusu derslerse beni anlayan yegane insan o. Ben de onu anlıyorum haliyle. Çünkü kaderimiz ortak. O mahur beste çaldıkça Sevda’yla ben ders çalışıyoruz.
Bir başka gün…
Ben:
Na’ber Sevda?
Sevda: İyilik Funda Abla, senden na’ber?
Ben: Hiç ya iyilik diyelim… İyi olduğumuz da yok ya.
Sevda: Hayrola, n’oldu?
Ben: Her zamanki gibi derslerimiz var. Countable’lar, uncountable’lar, kümeler, açılar, kuvvet ve hareketler, hepsi üst üste geldi. Bir de sınavlarımız var tabi. Sor bakalım bana ‘çalıştınız mı’ diye.
Sevda: Sorma, bizde de Atatürk’ün Hayatı var. Resimlerle 10 sayfa hayatını anlatmamız gerekiyor. Biz de ödevimiz diğerlerininkinden farklı olsun diye değişik resimler arayışındayız. Öyle her yerde görünen, bilinen resimlere değil de daha az bilinen resimlere bakıyoruz.
Ben: Yaa n’olacak bizim halimiz böyle. Ben de herkes gibi eve gidince Fatma Gül’ü izlemek istiyorum, Öyle Bir Geçer Zaman Ki’yi izlemek istiyorum.
Sevda: Ben sana söyleyeyim, bu çocukların okulu bitene kadar bize keyif yok.
Ben: Biz mi, okuyoruz onlar mı? Yemin ederim yeniden öğreniyorum her şeyi.
Sevda: Bilmez miyim?

Bugün…
Sevda’nın numarasını çeviriyorum. Yoğun ve hareketli bir gün onun için. Her zamanki gibi. Ciddi bir tonla telefonu açıyor.
Ben: Sevda, benim gibi’ye şu okullu hallerimiz yazıyorum da, şimdi neler yapıyorsunuz söylesene?
Sorumla birlikte kahkahayı patlatıyor.
Sevda: Funda Abla rezil edeceksin beni.
Ben: Söyle sen ya, bir şey olmaz.
Sevda: Dengeli beslenmeyi öğreniyoruz şu sıralar. Besin piramidinde ne nerede? Hangi besinlerden ne kadar yemeliyiz?
Ben: İyi iyi, bunu da yazayım bari.
Sevda: Çok kötüsün.

Üstelik bu durum sadece Sevda’yla da nüksetmiyor. Kayınpeder de işin içinde. Çoğu zaman eve girdiğimde kayınpederimi yeni bir konuyu öğrenirken Önder’i ise bilgisayarda oyun oynarken buluyorum. İkisine de hemen uyarı geliyor tabi.
Ben: Baba, sen çalış çalış, sınava sen gireceksin.
Kayınpeder: E kızım önce ben öğreniyorum, sonra ona öğretiyorum.
Ben: Bu böyle olmayacak ya, önce onun öğrenmesi sonra bize anlatması gerekmez mi?
Kayınpeder: E görüyorsun kızım, mal meydanda… (Bilgisayarda oynayan torununu işaret ediyor)

Başka bir gün…
Kayınpederim ve ben masanın başındayız. İkimizin önünde de ders kitapları.
Ben: Bak baba bu böyle olmayacak. Tüm dersleri benim göstermem bana çok ağır geliyor, hem vaktim de yok.
Kayınpeder: Kızım hepsini sen göster demiyorum ki. Türkçe, sosyal ve İngilizceyi sen göster. Matematik ve Fen’i ben gösteririm.
Ben: Türkçeyi de göstersen.
Kayınpeder: Okutmalı derslerde ben iyi değilim. O yüzden Türkçe ile Sosyal’i sana veriyorum. E, İngilizceyi de bilmediğimden öğretemem.
Ben: Hadi yine, bilmiyorum diye yırttın bir dersten.

Diğer günler…
Ben:
Baba şu soruyu anlamadım, öğretmene bir sorar mısın? Cevabı sana anlatsın.
Kayınpeder: Tamam
Öğretmene sorduktan sonra
Kayınpeder: Bak kızım cevap C imiş. Mantığı da şu….
Ben: Haa, ben de öyle düşünmüştüm zaten.

Yine işten eve dönüşüm. Kapıyı açıyorum. Baba bilmediği İngilizce’yle anlatıyor.
Kayınpeder: Hayır, o soru öyle değil. Annen anlatmıştı, Ay, Yu, Wi, Dey’de hav gat, havınt gat, Hi, Şi, İt’te hes gat, hesınt gat. Öyle yapacaksın bu soruları.
Önder: Dede, bak zaten He, She, It’de hes got yaptım.
Kayınpeder: (Hata bulmuş olmanın cesaretiyle) Bu ne peki, bu ne, bu ne?
Önder: Haa, burada yanlışlık olmuş.

Bu örnekler hiç bitmez. Yazdıkça arkası geliyor. Biz hep böyle ders çalışıyoruz. Sevda, ben, kayınpeder, bazen babamız. Ne zaman bitecek bu çilemiz bilmem. Tek bildiğim yeniden okuyoruz. Ama bu sefer karne yok. Biz diplomayı hayat okulundan alacağız.
Bu günün ardından… Ben Funda Çamözü… Bol bol dersi olan, ders çalışan. Sevda’yla ve eminim birçok anneyle aynı kaderi paylaşan.

14 Aralık 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder